17 Eylül 2010 Cuma

Montenegro


Podgorica/Podgorisa (Podgoritsa)

1. Havaalanında taksi bulmak sorun olabilir. Dışarıda genelde üç veya dört taksi oluyor,

onlarda dolup gidince yeni bir tanesinin gelmesi uzun sürebiliyor. Danışmadan size bir taksi
çağırmalarını rica edebilirsiniz. Bekleyen taksileri yakalarsanız resmi ücret 15 euro. Normal/
dürüst bir taksi için ücret havaalanı-şehir merkezi 8 euro civarı. Otobüs ve tren istasyonu aynı
yerde. Üşenmezseniz otobana yürüyebilirsiniz. Saat başı otobüs var ama havaalanından şehre
otobüs yok.
*Ben otoparka yürüyüp elimdeki haritada şehir merkezini işaret ettim, 10 euro gösterdim,
arabanın sahibi seve seve bıraktı. Genel olarak gezginlerin kullandığı yöntem bu.

2. Kotor’a çok sık otobüs var. Kuzeyde Kolasin’e de oldukça sık tren ve otobüs var. Trenler
güvenilir değil. En az 1 saat rötarı hesaba katmalısınız. Ben Kolasin dönüşü 3 saat bekledim,
hava kararıyordu, tren hala gelmemişti, pes edip otobüs durağına indim. (Tren istasyonu dağın
tepesinde, istasyon ise şehrin eteklerinde) Otobüse binerken size söylemedikleri bir şey var –bilet
ve koltuk sayısı tutmayabiliyor. Yani iki saatlik yolu ayakta gidebiliyorsunuz. Size söylemedikleri bir
şey daha var, virajlı dağ yolunda kamyonların arkasında kalabiliyorsunuz. O zaman iki saatlik yok
saatte otuz km ile gidilen dört saatlik işkenceye dönüşebiliyor. Şansıma yan yana oturan iki genç
kızdan biri diğerinin kucağına oturup bana yer verdi de son iki saatte ölmedim. Ama insanlar böyle
şeyleri hep yapıyor. İnanılmaz nazik ve yardımseverler.

3. Podgorica bir günlük bir şehir. Nehri takip edip Roma harabelerine gidebilirsiniz. (1 Saatlik
yürüyüş yolu). Bir harita alın, başka birşeye ihtiyacınız olmaz.

Nehirde yüzülebiliyor. Milenyumdan sonra yapılan Milenyum köprüsünün ayağının dibinde enfes
bir yüzme noktası var. (Zaten aşağı inen merdivenler ve eğlenen insanlar görülüyor.) Akıntı güçlü
değil ama belirlenen yerlerde yüzmekte fayda var. Su buz gibi.


4. Kolasin. (Kolaşin) Enfes bir dağ kasabası. Otobüsü tercih edin. Küçük bir yer. Bütün Montenegro
ucuz ama bu bölge yazın daha da ucuz. Kuzeye, Ulusal Park’a çıkarken veya Manastırı ziyaret
edecekseniz bu şehre uğramamak olmaz. Turist info’nun hemen karşısında sırtı görülen bina
aslında bir restoran. (Restoran sorarsanız önce orayı söylemiyorlar. Biraz ısrar ederseniz,
siz nerede yiyorsunuz falan derseniz ancak öğreniyorsunuz.) Girişi bulmak zor –zor dediğim
üşenmeyip binayı dolaşmak gerekiyor. Ama 3 euroya enfes kuzu yiyebileceğiniz çorbalarıyla
meşhur bir yer. (Çorbalarıyla meşhur diyorum çünkü orada oturduğum sürede herkes çorba
içmeye geldi.) Çok ilginç binalar var. İçinden su çıkan bir ağaç var –ki bir benzerini görmemiştim.

5. Montenegro’da sular enfes. Cilt bakımına o kadar para harcayacağınıza burada yüzünüzü
yıkayın. (THY 300 ytl.ye uçuyordu. Gerçekten cilt bakımı parasına bu ülkeyi gezebilirsiniz.) Şehir
suyu içiliyor.

6. Pazar günleri çoğu yer kapalı. Ama her yer değil. Açık market bulmak mümkün. Eminim başka
yerlerde de vardır ama bulamazsanız Katedralin (hiç bitmeyen dev Ortodoks katedrali) oradaki
market ve su satan büfeler açık.

7. İngilizce bilen sayısı ortalama. Ama bilmeseler de bir şekilde yardımcı olmayı başarıyorlar.

Yer tariflerinde son derece yaratıcılar. Kaba yanıtlar veren veya yürüyüp giden kimseyle
karşılaşmadım.

8. Pazar ATM’lerde para olmayabiliyor. En garantili yer meydandaki ATM. Ama üzerinizde para
bulunsun, yoksa Pazar Pazar parasız kalabilirsiniz.

9. Barlar sokağının (Njegoseva) ortasında Ortodoks kilisesinin yemek servisi yapan bir yeri var.
Barlarda pancake tarzı yiyecekler bulmak mümkün ama kilisenin yerinde çok ucuza bir sürü şey
yiyebiliyorsunuz. (1-2 euroya). Yeri bulmak kolay, bütün bar/restoranların dışarıda masası var,
onların yok.

10. Yöresel yemekler için –birkaç yer deneme şansım oldu, meydandaki restoranlar
lezzet açısından en iyileriydi. Fiyatlar pahalı bir yerde 15 euro, ucuz bir yerde 2 euro.

11. Rakı denilen içkinin bizim rakımızla bir ilgisi yok. İlginç bir içki, ben hoşlandım. Biraları güzel.
Şaraplarında iş yok.

12. Latin harfleri kullanmıyorlar ama bir süre sonra sokak adlarını çözmeye başlıyorsunuz.

13. Milenyum köprüsünden sonraki köprünün (yanılmıyorsan Gazela) dibinde geceleri içmek için
enfes bir bar var. Sarhoş olursanız yukarı çıkamayabilirsiniz çünkü iniş ve çıkış iyi aydınlatılmamış.
Canlı müzik, Türkçe şarkılar da söylüyorlar. Fiyatlar ucuz.

14. Şehirden havaalanına giderken taksiye binmeden önce pazarlık yapın. Taksiler turistleri
kazıklamaya hevesli. Kapısında durak adı/telefon numarası yazmayan taksiye binmeyin.

8 Haziran 2010 Salı

Latvia- Riga


1. Havaalanından çıktığınızda otoparkın ilerisinde otobüs durağı var. 22 numaralı otobüs şehre gidiyor. Ancak havaalanından çıkmadan paranızı mutlaka bozdurun. Bilet 1 lat’tan ucuz ve otobüs şoförleri çoğunlukla 10 lat ve üzeri paraları bozmuyor.
2. Riga’nın pahalı olduğu söylenir ama doğru değil. Alışveriş yapmayacak, yemek yiyecek ve etrafı gezecekseniz Riga’daki rakamlar son derece makul. Güzel bir yemek yaklaşık 10 euro'ya mal oluyor. (Et için Bibar’ı öneririm.)

3. Lido adlı mekan Latvia yemekleri yapan bir tür orsa lokantası. Fiyatlar uygun, yemekler lezzetli. Yeri Katedralin orada. Terbetas iela ile Elizabetes iela’nın köşesi.
4. İçkilerin fiyatı en lük yerle en ucuz yer arasında olsa olsa 1 lat fark ediyor.
5. Skyline bar, radisson’un 26. Katı, katedralden düz devam edilince ulaşılıyor –zaten cam bina, yüksek, görmemek mümkün değil. Kokteyller 5 lat, bira 2 lat. Giysi koşulu yok. Manzara 360 derece ve inanılmaz.

6. Haziran’da güneş gece 12’de batıyor. Dalgaya düşmeyin.
7. Old town iyi hoş ama Küçük Moskova’yı, bit pazarını –fotoğraf çekmek yasak- Art Nouva bölgesini ihmal etmeyin. Hepsi yürüme mesafesi.
8. Erkeklere not: Tanımadığınız kızlarla hiçbir yere gitmeyin. Tanıdığınız –birkaç kere gördüğünüz- kızlarla da hiçbi,r yere gitmeyin. Burada olduğum dönemde barlara gidip soyulanları mı görmedim, ara sokaklara çekilip herşeyleri gasp edilenler, sabah sokakta uyananlar… Riga tehlikeli değil ama karı-kız peşine düşerseniz astarı yüzünden pahalıya gelebilir. Burada da bizdeki pavyonlarda yapılan sık sık yapılıyor, hesap geldiğinde bir anda kızın şampanyalarının parasını ödemeniz gerektiğini öğreniyorsunuz –ya da dayak yiyorsunuz.
9. Bir kulüpte –bazı kulüplerde- bir kızın gelip kucağınıza oturması mümkün. Yapılacak en iyi şey, nazikçe kızdan kalkmasını rica etmek. Cebinizdeki bütün parayı kaptırsanız bile bu kızlar kimseyle yatmıyor, bu da bir dip not.
10. Gece 12’de sokakta tek başıma dolaştım, Old Town tarafında hiçbir şey olmuyor. Ama Little Moskow biraz riskli. (Yine de kadınlar için fazla bir risk yok. Asıl tehlikede olan erkekler.)


11. Sınırda bolca soru soruyorlar –neden geldin, ne zaman gideceksin vb ama sabrınızı kaybetmezseniz bir sorun çıkmıyor.
12. Ucuz yemek –Pelmeni –mantıcı. Neli mantı isterseniz var, kuzuyu tavsiye ederim. Her yerde bu lokantadan var. 2 lat’a deli gibi yiyebiliyorsunuz. Self-servis.

Z. Heyzen Ateş

6 Nisan 2010 Salı

HİKÂYE 2

Üniversite yolundan eve dönüyorum. Hava temiz. Yağmur sonrası. Veya belki bir sonraki yağmurun hemen öncesi. Bu ülkeyle ilgili söylenebilecek en olağan sözlerden biri.

Etraf ağaç dolu. Bu ülkeyle ilgili söylenebilecek en olağan sözlerden ikincisi. Meşe olduğunu zannettiklerimin meşe olmadığını öğrendim, çam zannettiklerim de çam değilmiş. Yolun üzerindeki ağaçlardan birine gözüm takılıyor ve kendimi onun çınar olup olmadığını düşünürken buluyorum.

Ağacın dibindeki kutu uzun süre dikkatimi çekmiyor.

Gördüğümde zihnim bu bilgiyi algılamakta zorluk yaşıyor. Önce çöp olabileceğini düşünüyorum ama beynim bu ihtimali hemen geçiyor. Burası Zelanda. Evsizlerin bile çöplerini ayıklayarak attığı ve topladığı ülke. Yol kenarına bırakılmış bir kutu çöp olamaz.

Yol kenarına bırakılmış bir kutu olsa olsa yol kenarına bırakılmış bir kutu olabilir.

Kutunun yanına gidiyorum. Maun olabilir. (Ya da belki çam, çınar, meşe.) Üstünde çizikler var. Kapağı sağlam. Kilidi kırık değil ama açık. Kapağın tam olarak yerine oturmamasından anlaşılıyor.

Türkiye’de olsam bomba olması ihtimaliyle polisi aramak aklımdan geçerdi.

Zelanda’da uçağa binerken pasaportunuzu veya kimliğinizi bile sormuyorlar.

Bomba olabileceği ancak bu yazıyı yazmaya başladığımda aklıma geliyor. Auckland’da olmaya fazlasıyla alışmış olmalıyım.

Enfes bir kutu. Birinin ondan vaz geçmiş olması şaşırtıcı. Birinin kutuyu ağacın dibinde unuttuğu teorisini inanılabilir bulmuyorum. Onu alabilir miyim?

Onu açabilir miyim?

Yağmur yeni kesildiği için sokak boş. Ama saat yediden sonra üniversite yolu zaten tenha olan yollardan. Kötü bir hafta geçirdim. Kötü bir üç hafta geçirdim. Yanlış karar üstüne yanlış karar. O yüzden kutuyla ilgili kararı tek başıma vermek istemiyorum.

Sokağın boş olması işimi kolaylaştırmıyor çünkü her hangi birine sorabilirdim.

Kutularla ilgili otorite olan bir tanıdığım yok. Her hangi biri işimi görürdü.

Aç ya da açma demeye gönüllü her hangi biri işimi görürdü.

Ya da belki yazı tura atardık.

Benimkisi ahlaki bir tereddüt değil. Yoğurdu üfleyerek yemenin birkaç tahtası eksik geri kalan tahtaları sallanan bir beyin tarafından yorumlanıp içselleştirilmiş hali.

Cep telefonumu çıkarıyorum. Şarjı bitmek üzere. Kimi arayacağımı düşünürken dikkatim dağılıyor. Bugün Massive Attack konserine gidecektim.

Şu anda Massive Attack konserinde leyla oluyor olmam gerekirdi.

Bunun yerine ağacın dibindeki maun kutuyu anlamlandırmaya çalışıyorum. (Kimse itiraz edecek konumda olmadığına göre edebi estetik ve kulak dolgunluğu adına kutuyu maun olarak vaftiz ediyorum.)

Yoldan geçen arabalardan birindeki adam yasadışı bir şey yapıyormuşum gibi bana bakıyor.

Ona fikrini sorma ihtimalini hemen zihnimden siliyorum. (İhtimal hesabı yapacak olsak benim vereceğimden daha doğru bir karar vereceğinin ortaya çıkacağını bilsem de onu gözüm tutmadı. Zaten beni gözü tutmayanları gözüm tutmaz.)

Kiwiler anlayışlı insanlar ve nezaket geleneğine sahipler ama kime kutu danışırsın derseniz İsveçliler veya Güney Amerikalılar daha kutudan anlar insanlarmış gibi geliyor bana.

Aklıma ev arkadaşıma yeşil çay alacağıma dair söz verdiğim geliyor. Hayati önem taşıyan bir söz değil ama çaysız dönünce güvenilirliğim ciddi ölçüde sarsılacak. Çinli bir kız. Kutu meselesini anlayacağını sanmıyorum.

Kore marketi yolun hemen aşağısında. Yol bomboş. Kutunun döndüğümde de orada olacağına eminim. Ama saat sekizi bulursa Auckland’daki her yer gibi marketin de kapanması ihtimali var. Uzak doğuluların yerleri diğerlerinden daha uzun süre açık kalıyor ama beyaz adamın 5’te paydos ettiği bir ülkede “daha uzun” fazla bir anlam taşımıyor.

Maun kutudan ve meşe olmayan ağaçtan birkaç metre uzaklaştığımda şehir merkezine doğru yürüyen şemsiyeli bir kız görüyorum. Bir saniyeliğine göz göze geliyoruz. Kutumu alır mı?

Ona kutunun benim olduğunu, ona dokunmamasını söylemek istiyorum.

Kutunun benim olamaması birşeyi değiştirmiyor. Onu çabucak sahiplendim. Mal bulanındır. Onu bırakırsam ve başkası bulursa, o zaman onun mu olur? Hayır, kimseye bırakmaya niyetim yok ama zihnimde hala mantıklı olan bir köşe bana kıza kutuyla olan ilişkim konusunda detaylı bir açıklama geçmemin akıl karı olmadığını söylüyor. Zaten artık çok geç. Onunla konuşmak için geri dönmem gerek –ki dönemem. O zaman gerçekten deli olduğumu düşünür.

Elinde şemsiye varken kutuyu taşımasının zor olacağını söyleyerek kendimi ikna edip Kore marketine gidiyorum. Yolda bir iki kişiyle daha karşılaşıyorum ama onlar bende kızın yarattığı tedirginliği yaratmıyor.


Döndüğümde kutu yerinde yok.

Birkaç hafta sonra aynı kızı sahilde görüyorum. Yanında sevgilisi var. Ya da sevgilisini aldattığı erkek –ama çok ortalıktalar. İnsan sevgilisini aldatacak olsa bu kadar orta yerde yapmaz. (Yine, burası Zelanda. Aldatma mevhumunun suyunu çıkarmış bir ülke.)

Bir an için beni gördüğünde eminim. Kafasını çeviriyor, denizle ilgileniyormuş gibi yapıyor. Bu kaçınma jesti; inkâr hoşuma giden bir iletişim içeriyor.

Birbirine tamamen yabancı iki insanın paylaştığı garip bir samimiyet anı.

Kendi yönlerimize yürüyüp gidiyoruz.

17 Mart 2010 Çarşamba

Hikaye

Kadın yüksek sesle kağıtta yazanları okuduğu sırada gözleri sayfadaki tüm ışığı öğüten iki kara delikti. Bitirdiğinde her yan kararmıştı –artık harflerin arasında boşluk yoktu.

“Hepsi benimle ilgili,” dedi adam hıçkıra hıçkıra ağlayarak. Karanlığı bölmeyi denedi. Omuzları, ölmekte olan bir hayvanın kasları gibi sarsıldı.

“Hepsi bir hikaye,” dedi kadın kağıtları elinde tutmayı sürdürerek.

Yıldızlar hizaya girdi, sayfalar yeniden ışıkla doldu. Göz yaşları kararan ayın sertleşen amberinde yaşamayı sürdürdü.

Amber fosilleşmiş ağaç özüdür, diye hatırladı adam görünmez ağacın köklerine tutunmaya çalışırken.

Gece çürümekte olan bir organizma gibi kendi içine kapandı.

“Sadece bir hikayeydi, endişelenmene gerek yok,” diye tekrarladı adamın göz bebeklerine dokunan kadın ve kağıtları bir daha eline almamak üzere kaldırdı.

17 Ocak 2010 Pazar

Yeni Zelanda Notları # Auckland


  1. Shuttle servisi –supershuttle- kapıya kadar ama binmeden pazarlık etmek en doğrusu. Yoksa can yakıcı rakamlar ödemeniz gerekebilir. Araçlar havaalanının kapısının önünde duruyor. Ayrıca içeride bilet alınmıyor.
  2. NZ cilt kanseri oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri ve nedeni de belli yani boşuna riske girmeyin ve bolca güneş kremi sürün.
  3. Auckland ve çevresinde pek çok sönmüş yanardağ var. En yenileri 500 yıl önce denizden çıkan Rangitoto. Tepeye tırmanış oldukça zorlu, yolun bir kısmı çölde saatlerce yürümek gibi. Toprak ısıyı yansıttığından cehennem sıcağında tırmanmak gerekiyor. Ama deneyimsiz tırmanıcılar bile yeterince azimle başarabilir. Bolca su almakta fayda var, adada su satılan –veya herhangi bir şey satılan- hiçbir yer yok. Gemide alışveriş yapmak mümkün ama yola çıkmadan malzemeleri çantaya atmak en iyisi.
  4. Lava mağaraları adanın en ilginç yerlerinden . İşaretlere dikkat edildiği sürece tehlikeli veya zor değiller. Ama yanınıza fener almazsanız ilerleyemezsiniz,
  5. Skytower kenarında yürüyüş ancak atlayacaksanız ilginç. Yoksa korkutucu bir yanı yok ve manzara da –skytower’ın görülmemesi hariç- çarpıcı değil. Eden dağı, bu açıdan daha cazip.
  6. Yeni Zelanda’da eğer resmi bir tatil günü haftasonuna denk gelirse, o tatil sonraki ilk iş gününe kaydırılıyor. Yani tatil günü tatil günüyle yanmamış oluyor. Enfes bir uygulama.
  7. Musluk suyu içilebiliyor.
  8. Saat 7’de buluşalım demek saat 7’de buluşalım demek. 8 veya 7’ye çeyrek kala değil.
Z. Heyzen Ateş