7 Ekim 2009 Çarşamba

Viyana

Kralların Şehri

Bazı şehirler olduğu gibi hatırlanmak içindir. İçinde olsanız bile onlara etki edemez, yapıları gereği dışardan bakan bir göz olmanın ötesine geçemezsiniz. Elinizden gelen tek şey hayran hayran bakmak ve bir şehrin nasıl olup da bu kadar baskın bir karaktere sahip olabildiğini kavramaya çalışmak olur. Bu tür şehirler değişime ayak sürür, yeni yapılandırmalara doğaları gereği karşı koyarlar. Kimin kalıplaşmış olmak dediği bu durum bazı şehirlerde “tamamlanmış olmak” olarak nitelenebilecek kadar güçlüdür. Viyana bu şehirlerden biri, tamamlanmış olmak adına dikilmiş, insanlar tarafından şekillendirilmektense insanları şekillendirmiş bir şehir.

Ne mi demek istiyorum? Bunca klasik müzisyenin Viyana’yla bütünleştirilmesi kaza değil, şehrin lütfudur.

Elbette bu her zaman böyle değildi. Avusturya’nın başkenti Viyana, M.Ö. 500’lerde Keltler tarafında inşa edildiğinde ya da Roma İmparatorluğunun himayesine geçtiği M.Ö. 15. yüzyılda eminim ki kimse bu şehrin bugün sahip olduğu dokuya kavuşacağını hayal etmemişti. O zamanlar Barbar germenlere karşı kutsal imparatorluğu korumak üzere sınır kapısı olarak yapılandırılan şehrin gün gelip odak olacağı şehri de şehirlileri de barbar bulan Romalıların akıllarının ucundan dahi geçmemişti.

Zaten uzun süren bir hamilelik dönemi olan ortaçağ gelene kadar Viyana “önemsizliğini” korudu. Bu noktada ufak bir tarih dersine girmekte fayda var. Özellikle Avrupa’daki bazı şehirler, zengin ailelerin el atmasıyla bugünkü konum ve şekillenmelerine kavuşurlar. Milano ve Floransa gibi Viyana da bunun örneklerindendir. Hangi aileden bahsedeceğimi sanatla en ufak bir ilginiz varsa hemen tahmin edeceğinize inanıyorum: Habsburg’lar.

Viyana’nın Viyana oluşunun hikayesi 15. yüzyılda Habsburg hanedanının bu şehri “ev” kabul etmesiyle başlar. Yine aynı ailenin çabaları sayesinde Osmanlı Ordusu Viyana kapılarında durdurulur; yine bu ailenin tutkuları nedeniyle şehir sanat eserleri merkezinden bir sanat eserine dönüşür. Neredeyse 5 yüzyıl boyunca Avrupa’nın güç odağı olan Habsburg ailesi çevresini de bu güce uygun biçimde düzenler. Mimari tasarımlar dönemin en önemli mimarlarına yaptırılır, besteciler şehre davet edilir, sanatçılara önemli ölçüde destek verilerek şehre katkıda bulunmaları, şehrin ve imparatorluğun bir parçası haline gelmeleri sağlanır.

Ama 19. yüzyılla beraber gelen karmaşa, her yeri olduğu gibi Viyana’yı da etkileyecektir. Habsburlar güçten düşerler,1804’te Avusturya İmparatorluğu’nun başkenti olan şehir, 1815’te kongrenin kurulmasıyla Avrupa siyasetinde önemli bir figür haline gelir. 1867’de Avursturya ve Macaristan İmparatorlukları’nın birleşmesiyle de bu birleşmenin “simgesine” dönüşerek o zaman kadar olmadığı kadar önemli bir rol oynamaya başlar. 19. yüzyılın ikinci yarısı en güçlü günlerini yaşayan bu İmparatorluğun Viyana’yı klasik mimarinin başyapıtı haline dönüştürmesiyle noktalanır.

Ne yazık ki savaşlar yüzyılı olan 20. yüzyıl Viyana’yı da sarsar. İmparatorluğun bölünmesi ve I. Dünya Savaşı Avusturya Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla noktalanınca şehrin insan dokusu da inşa dokusu da değişir. –Cumhuriyet insanlar için iyi bir idare şekli olsa da aristokrasinin baş tacı olan şehirler genelde bu süreçlerden bozulmadan çıkamazlar.- Neyse ki Habsburgların attığı sağlam temel ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyar ve 1920-1930 arasında “Kızıl Viyana” olarak adlandırılan sosyalist süreç bile şehir dokusunu bozmayı başaramaz. Bu yüzden dünyanın pek çok şehrinde sosyalist dönemlerden kalma birbirinin aynısı kutu biçimli mimari bloklar görmenize karşın Viyana’da benzeri binalar oldukça sınırlı sayıdadırlar.

1934’te sivil savaşın başlaması, Hitler’in Avusturya’yı işgali ve bombardımanlar biel ana dokuyu yok edemezler. II. Dünya Savaşı döneminde artık Almanya toprakları kabul edilen Viyana başkent statüsünü kaybetse de varlığını korur. Ve sizinde bildiğiniz üzere Hitler’in düşüşüyle yeniden eski statüsüne kavuşur.

Sanat tarihi profesörüm bana “Viyana’nın en şanslı yanı en güzel yerinin mezarlıkları olması,” derdi; “kimse mezarlıklara dokunmaz. Ama tarih tüm ihtişamıyla oradadır.” Size müzelerden, Habsburg döneminden kalma binalardan, saray ya da katedrallerden bahsetmeyeceğim. Viyana’da boş boş yürürken bile bunlardan onlarcasını görmek mümkün, tek yapmanız gereken kendi ayaklarınıza ya da yola değil, başınızı kaldırıp çevrenize bakmak. Her şey orada.. Adım başı.. Bütün ihtişamıyla.. Ama Zentralfriedhof’a gitmenizi önereceğim. Avrupa’nın Paris’teki Pere la Chaise’le beraber en önemli mezarlığı olan o enfes mekana.. Girardi, Beethoven, Brahms, Falco, List, Schubert, Schoenberg (benim favorim), Strauss’lar ve Wolf’un birer mimari/sanat baş yapıtı olan mezarlarını gördüğünüzde, şehrin çocuklarını nasıl onurlandırdığına şahit olduğunuzda Viyana’nın onca savaş ve yıkıma rağmen nasıl olup da bu kadar dokunulmamış kaldığını anlayacaksınız.

Bir de bunu kulağınızda Beethoven’ın piyano sonatlarından biriyle yaparsanız, inanıyorum ki hiç unutamayacağınız bir güzellik olacak Viyana..

Z. Heyzen

Hiç yorum yok: