12 Ocak 2008 Cumartesi

Arjantin

Arjantin

1 Dik açı 90 derecede kaynar

Henüz ev aramaya başlamadım. Yanımda olmalarından rahatsız olmadıklarımla mı yoksa yanlarında olmamdan rahatsız olmayanlarla mı ev tutmalıyım emin değilim. Ve Madame Maria’nın evi kişinin kolay kolay terk etmek istemeyeceği bir ülke gibi. Eskiden İspanya’da yaşıyormuş, emekli olunca ailesinden ona kalan bu eve yerleşmiş. Klasik mimari taklidi bir yapı olan ev çok büyük olduğundan birkaç yıl önce üniversitedeki Arjantin dışından gelen doktora öğrencilerine odaları kiralamaya başlamış. Zaten önceden o soğuk ve keskin bakışlarının karşısında durabileceğinizi ispatlamadan bu eve yerleşebilmenizin imkanı yok. Diğer çocukların izniyle de ara dönemlerde ya da herhangi biri bir süre için başka bir şehre gittiğinde odayı benim gibi –içerden biri tarafından önerilen ve kendisinin iyice sorgudan geçirdiği – kısa süre kalacak insanlara kiralamaya başlamış. Kira diyorsam ciddiye alınacak bir rakam olmadığını belirtmeliyim. Ama bir avuç garip insanla aynı evde yaşamanın bedeli bu sanırım.

Kıştan yaza geçmek, türkçeden ispanyolcaya geçmek –evde İngilizce yasak, ancak dışarı çıktığımızda konuşabiliyoruz- gerçek dünyadan hayal dünyasına dalmak. Bu dünyayı ben kurguladım ve/veya benim için kurgulandı. Şimdi gerçek.

Bu koşullar altında ilk kez şimdiye kadar rastlamadığım ölçüde rahatsız edici ırkçılık olaylarıyla karşılaştığımı söylersem son birkaç yılda avrupanın ne kadar değiştiğini gözlemlemiş olanlara garip gelmeyecektir. Nüfusu uluslararası bir güruhtan oluşan bir ev içerisinde Arjantinlilerle ne kadar anlaşıyorsam – ki sayıları çok az- Avrupalılarla da o kadar sorun yaşıyorum. Sorun yaşıyorum çünkü kapalı cümleler, imalar ve portakal suyuyla ilgili bir sorunun bile avrupanın politik açmazlarını tartışmaya başladığımız uzun ve sıkıcı diyaloglara dönüşmesi gibi saçmalıklarla uğraşmak zorundayım. Çok bencilce yazıyorum: Bu sorun hep vardı ama kendimi “türk” kimliğinin dışına taşıyıp (Müslüman kimliğinden kurtulmak daha kolay benim durumumda bu nedenle bahsetme gereği duymuyorum) “heyzen” kişiliğinin insanların aklında yer etmesini sağlamam zor olmazdı. Şimdi oluyor. Sıfat, tamladığı öznenin önüne geçiyor. Bundan hiçbir zaman hoşlanmamışımdır- iyi ya da kötü- ama bu sefer rahatsız oluyorum. Bununla Arjantin’de karşılaşmaktan rahatsız oluyorum.

Amerikalılar bu konuda farklılar. Onların ırkçılığı avrupanınkine kıyasla çok daha tehlikesiz. (Bunu söylerlerdi ama ben yeni anladım). Açık ve en kaba haliyle kendini gösteren gerizekalılığı orada olduğunu bildiğim ama göya zekice cümlelerle, laf sokmalarla veya ufak hareketlerle kendini gösteren gerizekalılığa tercih ederim. Şimdi böyle yazınca büyük laflar gibi görünüyor ya da büyük hareketler, tavırlar gibi .. Değil. Sadece satır araları. Ama can yakıyor.

Bencilce konuşmaya devam edeceğim. Çünkü bu düşüncelerin, benim düşüncelerimin –ve düşünme biçimimin yargılaması en yalın haliyle başkaları tarafından yapılmalı- Önce böyle değildi. Önce de vardı ama benim gibilere sıçramazdı. Sırt çantanız, yollarda sürtmekten parçalanmış postallarınız veya Burroughs sevginiz, Baudrillard’ı onlardan daha iyi bilmeniz herhangi bir tavır entelektüel platforma ya da bireysel maceralarınıza çekildiğinde sizi korurdu. Size dokunulmazlık kazandırırdı. Artık kazandırmıyor. Eskiden onların entelektüelleri entelektüeldi; artık korkuyorlar. Sizin var olma haliniz eskiden onların kafasında “acaba” uyandırmaya yeterken artık tehlikeli geliyor. Ben “kabul edilebilirim.”. Eskiden bu kabul edilmeyi getirirdi beraberinde şimdi bir numaralı tehdit unsuru yapıyor. X-Files’ın bir cümlesi vardır: “Dikkat aramızdalar”, diye. Misal bu misal. Dünya dünyalıların, uzaylıları istemiyoruz.

Arjantin’le ilgili bu yazının Avrupalılar üzerine olması garip gelebilir. Gelmemeli. Nothomb’un bir kitabında kadın karnındaki bebeği hıçkırık tuttuğu için kocasını vurur. Polislere de “ona Sophie ya da Paul gibi sıradan bir isim verecekti (isimleri attım şimdi, hatırlamıyorum orijinalleri neydi) Onu sıradan bir hayata mahkum edecekti bu isimlerle. “ minvalinden bir açıklama yapar. Heyzen değil ama Zeynep adı bu etkiyi yaratıyor insanlarda. Diğer Müslüman adları gibi.

Fransa’da Müslümanlar iş bulabilmek için başka adlar alıyorlar kendilerine, Fransız adlar. Ben de oturup bu yazıyı yazıyorum. Ne olacak, benim dünyam zaten kendi seçtiğim insanlarla tamamen sınırlanmış olduğundan buradan taşınarak bu sorunu çözmüş olacağım ve önümüzdeki iki üç yıl, Arjantin’de kaldığım süre içerisinde de şansım yaver giderse fazla bir Avrupalıyla muhatap olmak zorunda kalmayacağımdan benim için konu kapanmış olacak. Zaten bir şeylerin savaşını vermek gibi ihtiyaçları olmayan bir kuşağın makul ama mantıksız üyelerinden olduğumdan yarın öbür gün ciddi bir sosyal uyanış geçirmem dışında herhangi bir risk de görmüyorum tüm bunların başımı ağrıtması için.

“Mono” denilen bir Macar var evde. Evin gayrı resmi habercisi. Sürekli odasında olduğundan ona not bırakabiliyorsunuz, o da herkese iletiyor. Bu sabah türk olduğunu söylemen gerekmezdi dedi. Haklı. Söylemediğim takdirde herhangi birinin tahin edebileceğini zannetmiyorum. Neden söyledim, bunu da kavrayabilmiş değilim. Özellikle saklama alışkanlığım olan bir bilgi değildir, arada dalga geçmek için Burma’lıyım, Siera Leone’liyim falan desem de. (Bu da ilginç mesela, siyah olsam bu ülkelerin vatandaşı olmak aşağılanmama yol açardı ancak beyaz olduğum için bir anda “kendilerinden” geliyorum insanlara. Arada da birkaç zibidi çıkıp ırkçılıkla ilgili derin konuşmalar yapıyor benimle. Hayatımın ufak eğlenceleri.)

Garip biri oldum. Arjantin’e gidip balık tutacağım demiştim gelirken. Pazar günleri balığa gidiyoruz genelde. Tutamıyorum, balık tutma konusunda hiçbir becerim yok. Ama iyiyim. ABD’li suçluluların ya da Grisham karakterlerinin niye sürekli Arjantin’e kaçtıklarını gayet iyi anlıyorum..

Z. Heyzen Ateş

1 yorum:

Freedoom dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.